60 YILLIK SORUN

Ahmet Karaoğulları (KTOEOS) – 16/11/2024

Kıbrıs adası jeopolitik konumu nedeniyle tarih boyunca farklı devletler tarafından istilaya uğramıştır. Sanayi devriminden sonra globalleşen dünya ile beraber Kıbrıs büyük sömürge devletlerinin, özellikle İngiltere’nin dikkatini çekmiştir. İngilizler, Rusya’nın Osmanlı’yı yenip güçlenerek Akdeniz’e ilerlemesi ve Akdeniz’deki ticareti kontrol altına alma olasılığını engellemek ayrıca Süveyş kanalını kontrol altında bulundurup Orta Doğu’daki petrollere hakim olmak düşüncesiyle 1878’de Kıbrıs’ı Osmanlıdan kiralamış, 1914’te ise fiilen adayı egemenliği altına almış yani ilhak etmiştir.

NATO açısından “batmayan uçak gemisi” olması ve Ortadoğu’daki politik gelişmeleri yönlendirme ve çıkarlarına ters düşebilecek gelişmelere anında müdahale olanağı sağlaması adanın önemini artırmıştır.
Kısaca adamızın jeopolitik konumu, tarih boyunca sürekli dış müdahalelere maruz kalmasının ve günümüze kadar bağımsızlığına ulaşamamasının en büyük nedenlerinden olmuştur.

Osmanlı imparatorluğunun Kıbrıs’ı aldıktan sonra Anadolu’dan Kıbrıs’a ‘‘Müslüman-Türk’’ nüfus aktarması adanın etnik ve dini yapısının ağırlıklı olarak iki ayrı toplumdan oluşmasını sağlamıştır. Kıbrıs İngiliz yönetimine geçtiğinde İngilizler adada ticaretle uğraşan Rum burjuvazisi ve tarımla uğraşan Müslüman bir Türk toplumu bulmuştur.

İngilizler bütün sömürgelerinde olduğu gibi ( ör: Hindistan) Kıbrıs’ta da böl-yönet politikası uyguladılar. Ağır vergiler getirme kararı üzerine çıkan 1931 isyanını kanlı bir şekilde bastırıp Kıbrıs halkı üzerinde ağır baskılar uygulamaya başlayan İngilizlere karşı Rumlar İngiliz sömürgesinden kurtulma yolunu self determinasyonu öne sürerek Enosis’te bulurlar. 2. Dünya savaşı sonrası dünyada güç dengeleri değişmiş Amerikan emperyalizmi başı çekmeye başlamıştır. ABD’nin Kıbrıs’ta gizliden gizliye Enosis’i desteklediği bilinmektedir. BM’nin self determinasyon hakkını kabulüyle sömürge toplumları kurtuluş hareketleri gerçekleştirmiş birçok ülke bağımsızlığına kavuşmuş ve Büyük Britanya imparatorluğu dağılmaya başlamıştır. Ancak İngilizler Kıbrıs’tan çıkmak istememiş, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’yi bu davaya taraf yaparak tarafları birbirine düşürüp hakem rolü oynamayı planlamıştır. 1950’lerde Kıbrıs sorunu BM’de ilk kez görüşülmesiyle uluslararası bir boyut kazanmış bu sorun karşısında İngilizler zor durumda kalmıştır. Bu posizyondan kurtulmak için İngiltere 1955’te Türkiye ve Yunanistan’ı da davet ederek Londra konferansını düzenlemiş böylece Türkiye’nin Kıbrıs sorununda taraf devlet olmasını sağlamıştır.

Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü devam ederken Rumlar İngilizlere karşı silahlı mücadele vermek amacıyla EOKA örgütünü kurmuşlardır. Koşullar ve NATO’nun dayatmasıyla çerçevesi dış güçler tarafından belirlenen, ortaklık temeline dayandırılan ‘‘bağımlı bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’’ temeli Zürih konferansıyla atılır ve dört anlaşma imzalanır. Bu anlaşmaların en önemlilerinden biri garantör devletlerin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın temel hükümlerinin yerine getirilmesini garanti etmesiydi.

1963 yılı sonunda iki toplum nihai hedeflerine ulaşmak için yaptıkları planlar çerçevesinde paramiliter güçlerle harekete geçtiler. Başlayan çatışmalar münferit bir olaydan bütün adayı kaplayan bir hale dönüştü. 30 Aralık 1963’te adayı ikiye ayıran Yeşil Hat üzerinde toplumlararası bir anlaşmaya varılıp ateşkes sağlanmıştır. Uygulamada Yeşil Hat Kıbrıs’ta iki ayrı yönetimin fiilen kurulmasının başlangıcı olmuş adanın fiili taksiminde ayrılık adımları birbiri arkasına atılmaya başlamıştır.

Dış kuvvete bağlı askeri güçlerin hükümet darbesi yapması üzerine Kıbrıs’ın bağımsızlığı, toprak bütünlüğü tehlikeye düştüğü gerekçesiyle Türkiye Garanti Anlaşmasının 4. maddesine dayanarak müdahale eder. 16 Ağustos 1974’te varılan ateşkes anlaşmasından sonra Kıbrıs uyuşmazlığının egemen bağımsız ve bütün bir Kıbrıs devletinin varlığını koruması ve bu niteliklerine ayrıca bağlantısızlık siyasetine saygı gösterilmesi esası çerçevesinde toplumlararası görüşmeler yoluyla çözümlenmesini öngören bir karar BM genel kurulunda oybirliğiyle alınır. Bu karara Türkiye de olumlu oy verir.

Kıbrıs’ın ikiye bölünmesiyle birlikte coğrafi temele dayalı bir federasyonun zemini hazırlanmış olur. Bu temelde Şubat 1975’te kuzeyde KTFD kurulur. Meclisin 1976’da oybirliğiyle aldığı kararlar arasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız egemen iki bölgeli federal ve laik bir cumhuriyet olacağı bu çerçevede iki toplumun her alanda mevcut eşit hak ve yetkilerinin korunacağı ve devamlı kılınacağı bulunur. 16 Ağustos 1974’te BM genel kurulunda kabul edilen karar çerçevesinde toplumlararası görüşmeler başlar ve Denktaş ile Makarios arasında Şubat 1977’de imzalanan Doruk Anlaşmasında da bağımsız bağlantısız, iki topluma dayalı federal bir cumhuriyet talebi ilk madde olarak yer alır. Ancak Federal Kıbrıs’ı oluşturmak için girişimler sürerken, Türk tarafı bağımsız devlet ilan etme girişimlerinde bulunur. 1983’te toplumlararası görüşmelerden sonuç alınmaması ve Rum tarafının Kıbrıs sorununu uluslararası platformlara çekip tek yanlı kararlar çıkardığı gerekçesiyle KTFD meclisi uluslararası kamuoyunun sert tepkisine neden olan KKTC’yi ilan eder. Uluslararası alanda zemin bulmayan kabul görmeyen bu adım Kıbrıslı Türklerin dünyadan izole edilmiş ambargolar uygulanan bir ülke yarısında hala daha mağduriyet yaşamasına neden olur.

1988 yılına kadar BM gözetiminde görüşmeler ağır aksak devam eder. Şubat 1988’de Rum toplum liderliğindeki değişme dünyadaki yumuşama sürecinin hız kazanması ve Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilen Davos süreci görüşmelerin tekrar hızlanmasına neden olur. Ancak çözüm ve barış görüşmeleri uzun süre devam etmesine rağmen sorunu ne cuellar belgesi, ne Gali Fikirler Dizisi, ne 2004 yılında referanduma kadar gidilen Annan Planı, ne de Guterres çerçevesi hala daha bir sonuca ulaştıramamıştır.

Kıbrıs’ın birleşme ve ulaşılabilir bir anlaşma olan federasyona ulaşmasındaki oyalanmanın ve görüşmelerin kesintiye uğramasının başlıca nedenleri liderlerin beceriksizliği ile emperyalist çıkarların çelişki ve uyuşmazlıklarıdır. Ancak bu kesintiler, Kıbrıs’ta çözümün tek parametresi olan federasyona bağlılığı, barışa olan gereksinimi veya ortak geleceği oluşturacak birleşik Federal Kıbrıs isteğini ortadan kaldırmış olmamaktadır.

Kıbrıslı Türkler adanın kuzeyinde 1974’den sonra uzun yıllardır uygulanan sistematik saldırı politikalarına karşı varoluş mücadelesi vermektedir. TC hükümetleri tarafından dayatılan ve Kuzey’deki birçok basiretsiz hükümet tarafından uygulamaya sokulan politikalarla Kıbrıslı Türkler canından bezme noktasına getirilmiştir. Yaratılan düzenle adamızın yarısı tacizler, tecavüzler ve kriminal suçların her geçen gün arttığı, casinoların, gece kulüplerinin, kara para aklayanların, bet ofislerin, uyuşturucu ve insan kaçakçılarının cirit attığı bir ülke durumuna getirilmiştir. Özelleştirme, nüfus politikaları ile demografik yapı bozulmuş, ekonomik paketler çare olma yerine göç etmeyi getirmiş, üretimi bitirmiştir. Peşkeş çekilen arazilerle çevreye telafisi zor zararla verilmiştir. Yanlış eğitim, sağlık politikaları nedeniyle nitelikli temel kamusal hizmetler ortadan kaldırılma noktasına gelmiştir. Siyasi, sosyal, kültürel ve dini dayatmalar ile toplum mühendisliği çabaları çok tehlikeli sonuçlara doğru hareket etmektedir. Çağdaş, laik, demokratik toplum yapısı tehlike ve tehdit altındadır. Demokrasilerin temel ilkelerinden biri olan özgürlükler saldırılarla kısıtlanmaya, ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde yaratılan bu durumun sorumlusu ise sadece TC değil, Kıbrıs Türk toplumu temsilcileri, Rum toplumu temsilcileri yanında hukuki sorumluluklarından kaçan AB ve BM gibi uluslararası camiadır. Yaratılan yeni statükoyla adamız kalıcı fiziksel ve psikolojik bölünmeye doğru sürüklenmektedir. Kıbrıs’ın yarısını AB üyesi yapmak, diğer yarısında ise muktesebatı uygulamamak Kıbrıs Türk toplumunu kaderine terk etmek anlamına gelmektedir. Bu bağlamda TC ve diğer bazı kesimlerin Kuzey’de yaratılan statükodan çıkar sağlamasına göz yummak, insan hakları, AB yasaları ve uluslararası hukukun uygulanmasını sağlamamak mevcut statükonun devamında ve adanın kalıcı bölünmeye doğru sürüklenmesinde payı olmak anlamını taşımaktadır.

Gelinen son durumda, başarısızlıkla sonuçlanıp bir kez daha kesintiye uğrayan görüşmeler sonrasında hem Kuzeyde hem Güneyde bayram havası estirenlerin halklara vadettiği, geçmişte yaşanan kan ve gözyaşından başka bir şey değildir. Gençlerimizin, geleceğimizin, Kuzeyde ve Güneyde statükodan beslenenler tarafından kan ve gözyaşı getirecek maceralara sürüklenmelerine izin vermemeliyiz.

Hukuk, adalet, paylaşım çiğnenerek yan yana barış içinde yaşamak mümkün değildir. Paylaşmak istemeyen Rum liderliğinin ve kurulan ganimet, üleşme statükosunun adamızda çözümsüzlük çabalarına rağmen çözüm metni masadadır. Herkes, gerçekçi ve pragmatik bir şekilde, çözümsüzlüğün faturasını da çok iyi hesaplayarak çözüme odaklanmalıdır. Liderler konjonktürel üstünlük taslayarak toplumları felakete sürükleyecek manevralardan kaçınmalı, herkesin kazanacağı formüle odaklanmalıdır.

Yeniden birleşme, birleşik Federal Kıbrıs, siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan adamıza yeni bir soluk getirecektir. Adamızın silahsızlandırılması Akdeniz’deki savaş tehlikesini ortadan kaldıracak tüm bölgeye barış gelmesini sağlayacaktır.

Kurbanın kaderinin celladın kaderiyle ayni olması etiği ile elli yıldır süren görüşmeler artık çözüm imzasıyla taçlandırılmalı, herkesin kaybetmesi değil herkesin kazanması sağlanmalıdır.

Posted on Categories 2024