“Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği”

Asım Akansoy – 16/11/2024

Kıbrıs’ın barış mücadelesinde, geçmişten farklı iki yeni durum ile karşı karşıyayız. Bir yandan süratle değişmekte olan uluslararası konjonktür, bir diğer yandan ise toplumların beklentilerindeki giderek artan farklılaşmalar

İç ve dış durumlar ve dinamikler olarak ikiye ayırabileceğimiz bu gelişmelerin, Kıbrıs’ta kalıcı, karşılıklı kabul edilir ve kapsamlı Barış olarak tarif ettiğimiz, iki bölgeli iki toplumlu Federasyon tezini olumsuz etkilediği bir gerçektir.

Her ne kadar, Federasyon için BM Güvenlik Konseyi kararları bağlamında güçlü bir zemin mevcut olsa dahi yeni uluslararası şekillenmeler, bize farklılaşmanın işaretlerini vermektedir.

“Küresel hegemonya mücadelesi” olarak tanımlayabileceğimiz, kapitalizmin kendine yeni hareket ya da sömürü alanları açma ihtiyacı üzerinden genişleyen emperyalist savaş çığırtkanlığı ve hamleleri bugünün kendi gerçekliği olarak okunabilir. Ortadoğu, Ukrayna ve Doğu Akdenizi, emperyalist güçlerin, hegemonya çatışmalarını belirginleştirdiği üç kritik alan olarak değerlendirilebiliriz.

Liberal küreselleşme güzellemelerinin gerçek yüzü olan Neo liberal sistemin çöküş süreci ile birlikte, bugünün dünyası, “büyük savaş” öncelerinde yaşanan gelişmeleri andırıyor. Ekonomik sıkışma, siyasal çözümsüzlüklerin artışı, uluslararası kurumların zayıflaması, çok yüksek savunma harcamaları ve sosyal çöküntülerin yaygınlığı…
Neo liberal dönemde, gerek ulusal gerekse uluslararası ve bölgesel düzeyde eşitsizliğin olabildiğince arttığı bir gerçektir.
-Küresel nüfusun en zengin %10’u şu anda küresel gelirin %52’sini alırken, nüfusun en yoksul yarısı bunun ancak %8,5’ini kazanıyor.
-Bugün küresel eşitsizliklerin 20. yüzyılın başlarında Batı emperyalizminin zirvesinde olduğu kadar yüksek düzeylerde olduğu görülüyor.
-Küresel multimilyonerler, son birkaç on yılda küresel servet artışının orantısız ölçüde bir payını ele geçirdiler: en tepedeki %1, 1990’ların ortalarından bu yana biriken tüm ilave servetin %38’ini alırken alttaki %50, bunun yalnızca %2’sini aldı.

Bu gerçek dünya toplam gelirinin, artık küçük bir azınlığın (özellikle finans kapitalin ) elinde bulunduğu, giderek orta sınıfın dar gelir gruplarına yaklaştığı, çok boyutlu sınıfsal çelişkilerin arttığı bir dönemde olduğumuzu bize gösteriyor.

Yine;

Örgütlü mücadelenin çok değişik faktörler nedeniyle yeterince gelişemediği, böylece kitlesel ve örgütlü mücadele yerine istikrarsız öfke hareketlerinin öne çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Bu ortam, solun güçlü bir şekilde öne çıkarak yüksek uluslararası dayanışma geliştirmesinin de ne yazık ki önüne geçiyor. Teknolojik enstrümanların, tüm toplumsal kesimleri ele geçirdiği, sosyal yapıları doğrudan etki altına aldığı, doğrudan veya dolaylı manipülasyon imkanlarının arttığı, algı oyunları ile var olanla yetinmeye itilen, onu kabullenmeye yöneltilen, ezilenlerin sınıf bilinci geliştirme noktasında etkisiz kılınarak, olağanüstü kontrol mekanizmaları altında sürekli gözetlenen, denetlenen ve yönlendirilen alanlarda yaşıyoruz. Gerçeğin tahrif edildiği, sürekli “yeni gerçeklik” olgusu ile toplumsal yapıların parçalanarak yıpratıldığı, bireylerin atomize edilerek, asosyal ve apolitik tercihlere itildiği, tüm bunların, toplumlar, topluluk ve bireyler için bir tür sürekli “kabus içinde olma hali” yarattığını sanırım yok sayamayız. 

Çoğu ülkede solun, milliyetçiliğe boğulmasını ise tam da bu ortamda görüyoruz. Küresel neoliberalizme karşı pozisyon alma adına, küreselleşmeyi sosyal dayanışma kapsamına dönüştürmek yerine, gerileyerek kendi dar alanına sıkışma hastalığını bir yere not etmeli ve üzerinde düşünmeliyiz.

Açıkçası, fabrika ayarlarına geri dönmesi ve bugünün yeni sosyolojisi üzerinden yeni tezlerle yeniden ayağa kalkması gereken sol hareketlerin, “reel politik” adına pozisyon kaybetmesi ve savrulması, gençlerin ve emekçi kitlelerin, milliyetçi ve otoriter eğilimlere yönelmesini beraberinde getiriyor. Boşluk, yeni faşist unsularca dolduruluyor.

Bu çerçevede öne çıkan sağ popülizmin, otokratik hegemonyasını toplumlara dayatarak, evrensel demokratik değerleri ters yüz etmeye, siyaseti anlamsızlaştırmaya, siyasi katılım metodunu da görmezden geldiğini söyleyebiliriz.

Kısacası ;

bugün dünya solunun zayıflaması toplumsal mücadeleyi, sınıfsal bağlamda emek eksenli örgütlenme yerine, toplumsal duyarlılıklara, algı operasyonlarına cevap vermeye koşullanan, gerçek ötesi zamanların, gerçek ötesi mücadelesine doğru adım adım eviriyor.

Bir yandan sağ popülizm bir diğer yandan milliyetçilik veya melez siyasi kurguların kıskacı altında, sol siyasi tahayyülün yeni başarı öykülerine olan ihtiyacı bağlamında dünün kazanımlarının hafızalarda yeniden canlandırılması bir başlangıç noktası olmalıdır. Dayanışma, ve tüm ezilenleri kapsayan, teorik öncülük kurguları yaratılmadan, bugüne karşılık gelmeyen anlatıları değil, ezilenlerin hayatlarına dokunan pratikler ve kavramsallaştırmalar üzerinden toplumu anlama ve yorumlama sürecine süratle yeniden girişmemiz gerekir. Lenin’in “somut durumun somut tahlili” önermesine yönelmede çok geç kaldığımız aşikardır. 

***

“Kıbrıs sorunu”nun işte böyle bir ortamda, tam da bölgesel emperyalist hamlelerin ve yükselen milliyetçiliğin etkisi altında olduğunu ifade etmek zor olmasa gerek. 

Bir önceki konferanstaki tezim şuydu: “Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum sol hareketlerinin, ya da çözüm güçlerinin Kıbrıs sorununda özne olabilmesi gerekir. Bunun mümkün olabilmesi ancak ve ancak kendi toplumsal statükolarının dışına çıkması, bunu kırması ile mümkündür.”
Her iki taraftaki güçlü egemen yapıların çizdiği alanlar içerisinde kalarak, Kıbrıs sorununda etkin olabilmek mümkün değildir. Sadece ve sadece çözüme uygun uluslararası konjonktürün oluşmasını ve iç siyasi dinamiklerle, dış faktörlerin beklentilerinin kesiştiği dönemleri bekleyecek noktada asla olmamalıyız.

Böyle bir beklenti bizi zamana yenik düşürüyor. Zamanı durduramadığımıza göre bizim uygun uluslararası konjonktürü bekleme gibi tercihimiz de asla olamaz. 

Sol’un Kıbrıs sorununda belirleyici olabilmesi için, sadece çözüm isteyen siyasi partiler ekseninde tartışmalar değil, içerik olarak da adada ortaklaşmayı, birlikte yaşamı sağlayacak görüşleri önermesi, bunu toplumsallaşmasını sağlaması gerektiğinin altını çizmek isterim. Örneğin Talat-Hristofiyas döneminde gündeme getirdiğimiz “dönüşümlü Başkanlık ve çapraz oy” formülünün değerli olduğunu belirtmeliyim. Çapraz oyun, toplumsal sorumluluğun karşılıklı olarak paylaşılması, bir bireyin sadece kendi seçim alanında değil, birlikte yaşadığı diğer toplum üzerinde de söz söyleme hakkına sahip olmasını içermesi bakımından çok değerli olduğunu düşünmekteyim. Yine dönüşümlü Başkanlık olduğusu da, sembolik de olsa Temsiliyet kurumunda eşitliğin toplumsal düzeyde kabulü anlamında.

Kıbrıs sorunu bağlamında, solun yeniden öncülük yapması ve oyun kurucu olabilmesi için, proaktif, kapsayıcı ve öncü olması gerekir.
Öncü rol:

Öncü olunmalı ve her iki toplumdaki tüm çözüm yanlıları ile yakın ilişki içerisinde olunmalıdır. Solun öncülüğü, Kıbrıs’ın kuzeyinde veya güneyinde federasyon çözüm modelini savunan tüm siyasi görüşleri kapsamalıdır. Yani her iki toplumda da, sol siyasi partiler öncülük yaparak tüm çözüm kesimlerini kapsayacak iki bölgeli iki toplumlu siyasi eşitliğe dayalı bir federasyon inisiyatifi kurması düşünülmelidir. Öncülüğün solda olacağı bu inisiyatifin çekim merkezi de sol olmalıdır. 

Kapsayıcılık:

Her bir inisiyatifin, tüm toplumu kapsayacak bir siyasi perspektifi olmalıdır. Federasyonu savunan hiç bir oluşum, birey veya topluluk dışarıda bırakılmayacak şekilde çalışılmalıdır.
Kıbrıs sorununun çözümü, tüm toplumları ve tüm bireyleri doğrudan ilgilendiren, bir büyük dönüşümdür. Bunun unutulmaması ve tüm toplumla diyalog kanallarının açık kalması son derece önemlidir. Dışlayıcılığın milliyetçiliğin özü olduğu unutulmamalıdır. 

Proaktif:

Kıbrıs sorunu ile ilgilenen tüm siyasi unsurlarla doğrudan temas içerisine girilmelidir. Başta Ankara ve Atina’daki çözüm dinamikleri olmak üzere. Lefkoşa’da yaptığımız değerlendirmelerin, oluşturulan görüş ve önerilerin yaygın bir şekilde tartışılması gerekir. Bu bağlamda bizim çatışmak yerine kurucu olmak gibi tarihsel bir sorumluluğumuz var. Kıbrıs’ta çözümün temel dinamiği biziz. Kıbrıs’ta Federal çözüm sonrası, yeni yapının sorunsuz devamını sağlayacak da bizler olacağız. Bu nedenle, karşılıklı olarak kendi toplumlarımızdaki farklı kesimlerle ve bahsettiğim ilgili unsurlarla temastan asla çekinmemeliyiz. 

Bugün Güneydeki yoldaşlarımızın büyük bir kısmı sanırım kuzeye geçmemiştir. Adanın kuzeyindeki sosyal ve ekonomik durumu gözlemeden, diyalog kurmadan, bırakınız barışı kurmayı nasıl yorum ve analiz yapacağız ? Bunun kanallarını karşılıklı olarak açmalıyız. Her iki toplumun çok farklı kesimlerine inmeliyiz. Ve bu konuda birbirimize yardımcı olmalıyız. Var olanı reddetmek ya da kabul etmeden önce görmek ve anlamak gerekir. Solcular kendi dünyalarına hapsolup, duyguları ile konfor alanını besledikleri süreçlerde, sağ çok daha diyalog çok daha girişimci olabiliyor. Bu durumu düşünmek gerekir.

Bugün:

Kıbrıs sorunu Türkiye ve Yunanistan üzerinden, emperyal alanda şekillendiriliyor. Kıbrıslıların oyun dışı olduğunu düşünüyorum. Emperyal unsurların bize yeni bir elbise hazırladıkları aşikardır. 
Bu noktada durup şuna karar vermemiz gerekir: Oyun kuruldu ve sonuçlarını aniden önümüzde bulabiliriz. Ya konfor alanımızda kendi statükomuzu büyütmek için çalışacağız, ya da tarihsel sorumluluğumuzu gerçekleştirmek için, yüzümüzü toplumlara, birbirimize ve daha etkin olma yönünde arayışlara çevireceğiz. Sanırım başkalarından önce bizim karar vermemiz gerekir. 

Sonuç yerine:

Marksist düşünür Gramsci, 1929 yılında Hapishaneden yazdığı mektubunda “entelektüel ve moral düzensizlik” üreten yenilgilerin yarattığı umutsuz ve karamsar ruh halini eleştirirken kullandığı ifadesiyle “aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” demişti. 
Öyle sanıyorum ki akıl alabildiğine kötümserken bile iradenin iyimserliğini diri tutmak, bizimki gibi coğrafyalarda ve tarihsel koşullarda gerekli, hatta zorunludur.

Umutsuzluk da umut da bulaşıcıdır. 
Şimdi umudu bulaştırma zamanıdır.

Posted on Categories 2024